Hayatın değiştiremeyeceğimiz tek gerçeği olan mutlak ayrılık-ölüm bize hiç uğramayacakmış gibi yaşarız; hep bir şeyleri erteleme, öteleme, çok da derinlemesine düşünmeden günleri günlere ekleyerek geçer ömür. Gazetedeki ölüm ilanlarını hızlıca geçeriz, yakınını kaybetmiş birisini duyduğumuzda bir duygumuz yoktur aslında, sadece “Allah rahmet etsin” der, anında unuturuz. Sonra yakından tanıdığımız birisi ayrılır aramızdan; üzülürüz, şaşırırız, en çok da mutlak ayrılığın dibimize kadar gelmesi sarsar bizi, korkarız. Sevdiklerimizi bir daha görememekten, küçüklerimizin büyüdüğüne tanık olamayacak olduğumuz gerçeğinden, ama en çok da hayat denen güzelliğe veda edeceğimizden korkarız. İşte o zaman “keşke”ler başlar; keşke onu kırmasaydım, keşke o işi tamamlayabilseydim, keşke onlarla daha fazla zaman geçirseydim, keşke sarılsaydım, onu ne kadar çok sevdiğimi söyleyebilseydim
……keşke…..
Bana yıllardır sorarlar, “bu kadar şeyi aynı anda yapmaktan yorulmuyor musunuz?” diye. Ben her günümü hayatımın son günüymüş gibi yaşıyorum. Hep bir telaş, hep hayata daha fazla şey sıkıştırma durumu. Kimseyle dargınlığım da yok, kırgınlıklarım var elbette ama kalben affettim hepsini; hafifim. Negatif duygum yok. İstediğim herkese sarılıyorum, arıyorum, önemsiyorum ve bu duygularımı cömertçe paylaşıyorum, ertelemiyorum, ötelemiyorum. Hayatın ne kadar kıymetli olduğunun farkında olarak yaşıyorum. Hayat bir an, o da şu an, ertelemeyin, yaşayın!