Duygusal Dayanıklılık (Resilience)
Hayatta ilk defa karşılaştığımız alışık olmadığımız değişiklikler karşısında öncelikle değişimin kaçınılmaz olduğunu kabul etmemiz lazım. Değişime direnmenin ya da tamamen tevekkül etmenin hiçbir faydası yoktur. Olacaksa olur ama bu değişimi nasıl yöneteceğimiz önemlidir. Duygusal dayanıklılığı yüksek kişilerin bu süreci diğerlerine göre çok daha kolay atlattıklarını biliyoruz. Bu kişilerin ortak özelliklerine baktığımızda çevre ile iletişimi kuvvetli ve farkındalıklarının yüksek olduğu dikkat çeker.
Duygusal dayanıklılığı arttırmak için gerçeği kabullenmek ilk adımdır. Panik olmadan sakince çözüm yolları üretmek ikinci adım olmalıdır. Zira panik, hata yaptırır. Salt iyimser olmanın da bir faydası olmadığını, tarihte yaşananlar ispatlar niteliktedir. Örneğin Vietkong’un esir kampında sekiz yıl geçiren Jim Stokdale “Kamptan kimler kurtulamadı?” sorusuna “İyimserler” cevabını vermiştir. “Çünkü onlar Noel’de kurtulacaklarını düşünüyordu. Bu gerçekleşmeyince kurtuluş tarihi Paskalya, bu olmayınca 4 Temmuz, bu da olmayınca Şükran Gününü sevdiklerine kavuşma günü olarak düşünüyorlardı. Noeller gelip geçtikçe bu arkadaşlarımız umutsuzluk, keder ve hayal kırıklığından öldü.” Gerçekçi olmak ve bu gerçekle baş etmek için neler yapılabileceğine dair alternatifli planlar yapmak gerekir. Hayatta hiçbir şeyin tesadüf olmadığının bilinciyle, başımıza gelen olumsuzların da hayatımızda bir anlamı olduğunu fark etmek bizi güçlendirir. Duygusal dayanıklılığı yüksek kişiler, zor durumlarda umutsuzluğa düşmez, durumu şikayet konusu yapmaz. Her zaman yaşanan zorluklardan bir anlam çıkartmaya çalışır, alternatifli çözüm yolları üretir. Karşılaştığı olumsuzlukları kişisel gelişimine katkı sağlayan fırsatlar olarak değerlendirir. Böylece sorunu çözdüğü her defasında hayattaki olumsuzluklara karşı daha da güçlendiğini hisseder.